Sayısız anla, sayısız görüntüyle karşılaşacaksınız.
Tabii ne kadarına cesaret edebilirseniz.
Bir sürü kutu göreceksiniz. O da nerden çıktı şimdi demeyin, yaralarınızı, kırgınlıklarınızı nerelere saklamıştınız.
Unutmuş olamazsınız, bakmayın bana öyle peki.
O vakit müsaadenizle size ufak bir masal anlatayım…
…..
Uzaak uzaaak diyarlarda…. Tılsımsız çağlarda yaradılanların her biri aldığı yarayı bir kutuya koyup saklamayı marifet bilirmiş, onu da kimseler bulamasın diye kendi dehlizlerine gizlermiş. Gel zaman git zaman iş öyle bir hal alırmış ki sahiden unuturmuş(?)
kutuyu unuturmuş,
kutunun içindekini unuturmuş,
kutuyu ilk koyduğu yeri unuturmuş…
Yıllarca sarmaşıklardan, dikenlerden ördüğü labirentin içinde ilerlerken defalarca o kutu ve onun farklı renklerle gizlenmiş benzerleri ile karşılaşırmış. Her seferinde “Bunu buraya kim koydu?” dercesine etrafına bakınırmış, keçiler o devirlerde de başkasının günahları yüzünden sık sık otlaklardan alıkonulurmuş. Bazısı keçiyi de soruyu da bırakırmış. Kutuyu tüm gücüyle kenara ittirmeye çalışırmış Ama hiç kımılda(ta)mazmış. Üstünden atlamaya çalışırmış. Ama masal bu ya olmazmış, düşermiş.
Gene dizi kanarmış. Herkeste olan diz yarası işte bu düşmeden kalmaymış.
Her şeyi yaparmış da bir o ilk kutuya gitmezmiş
Her şeyi yaparmış da bir açıp onun içine bakmazmış
Hâlbuki o kapağı açsa, onu oradan tekrar çıkaracakmış. Onu çıkarıp kucağına aldığında ise benzeri olan kutuların da nasıl birer birer hayatından çıkıp gittiğini görecekmiş.
Ama işte bu cesaret istermiş, hem de çok istermiş.
O yüzden önce cesaretinden şüphe duyulmayan devler sahneye çıkmış… Yapamamış.
Ardından ejderhalar gelmiş, denemiş, gene olmamış. Her biri labirentlerinde kaybolmuş.
Sonra bir gün ufak mı ufak, çelimsiz mi çelimsiz iki kolu, iki bacağı, bir kafası olan, kuyruğu da ateşi de bulunmayan bir yaratık gelmiş. Hiçbir mahlûkat bu zavallının labirenti değiştirebileceğine inanmamış.
Dilden dile, nesilden nesile aktarılan çözemedikleri, göremedikleri
“gök yarılacak, yer titreyecek karanlık labirent aydınlığa kavuşacak” kehanetini elbet sadece cesur ve güçlü biri yapabilirmiş ama bu tıknaz yaratığın bunları neresine sakladığı bir türlü bulunamamış.
Merak edenlerin cümlesi toplanmış. Kuşlar mavi gökten, yılanlar kahverengi topraktan takip etmiş, herkes yerini almış, bu garip yaratığı izlemeye başlamış.
Adına “insan” denilen bu varlık her köşede her yol ayrımında biriyle konuşmuş, konuştukça değişmiş. Bazen çocuk bazen yaşlı olmuş. Bazen gülmüş bazen ağlamış. Sonra teşekkür edip, hep teşekkür edip, sarılıp o kişiyi yolcu etmiş. Başka bir köşede başka biriyle karşılaşmış ,izleyenlere bu karşılaşılanlar tanıdık gelmiş ama niye nasıl değiştiklerini, işte onu bir türlü çözememişler.
O ise onlarla konuşa konuşa yönünü bulmuş, tam labirentin ortasında bir kutuya denk gelmiş,
kutuyu gören herkesin yüreğine acı düşmüş,
kimseler bakamamış,
kutu çok kalınmış hem çok inceymiş,
kutuyu gören herkesin yüreğine korku düşmüş,
kimseler dayanamamış,
kutu çok hafifmiş hem çok ağırmış.
Ve insan bütün gücü ve cesaretiyle o kutuyu açmış, gözleri kör edercesine bir ışık etrafa yayılmış.
Ve insan kutunun içindekini alıp göz yaşlarıyla yıkamış,
İşte o vakit gök yarılmış mavi bir ay çıkmış
yer titremiş sarmaşıklar ve dikenler yerin altına çekilmiş.
Karanlık labirent aydınlığa kavuşmuş
Çünkü gözyaşı tanrı katında kabul etmek demekmiş.
Kutunun içindeki yaralarını kabul eden insan kendisini de dünyasını da değiştirebilecek tılsıma o gün erişmiş.
Gökten üç elma düşmüş.
Biri o ışığa ilk ulaşana,
Biri o ışığa kör olmadan bakabilene,
Biri o ışıkla her şeye rağmen kalabilene …
……
Çayınız soğumuş.
Efendim? Masal tanıdık mı geldi ? İçinizdeki bir şey size nasıl yabancı olur ki.
Sizin misafiriniz mi nerede? Bence artık bunu bana sormayın, evet dediğiniz gibi, gösterdiğiniz yerde oturuyor, haklısınız geldiği halinde değil…
Biraz duruşu, biraz dokusu, biraz da kokusu değişti. Neden mi? Çünkü o koca labirentin içinde sizi o kutuların yanına götürürken eli hep elinizdeydi. İnsanın eli bir başka ele değdi mi tekmil her şey değişir.
Daha tanıdık, daha sıcak, daha dost da mı geliyor. Gelir. Çünkü yaptığınız yol arkadaşlığıydı.
Sorularınızla, peşine düşüp canınız yanması pahasına aradıklarınızla, o yolda işaret tabelalarının üstünde ise hep onun adı yazıyordu. “Duygularınızın”
O yüzden yarattığınız labirentlerde daha fazla kaybolmak istemiyorsanız duygularınızı karşınıza oturtup dinlemeye başlayın, size söyleyecekleri var tıpkı sizin de olduğu gibi. Onları takip etmeden yaralarınıza ulaşmanız, yaralarınıza ulaşmadan iyileş(tir)meniz mümkün değil.
Ve onları yolcu ederken sarılmayı, “İyi ki geldiniz, gene beklerim” demeyi de ihmal etmeyin olur mu?
Sadece adabı muaşeretten değil gerçekten iyi gelmiş olmalarından sebep söyleyin, bu arada siz demeseniz bile onlar tekrar gelecek, bilin yani.
Ehh artık yoruldunuz
Şimdi dinlenme faslına geçelim bu sefer çaylar benden olsun.
Ama tomurcuklu.
Afiyet olsun 😊
Lara UTKU İNCE
12.6.22
4.45.15
Düzeltme 13.6.22
23:26:12