Yolculuğumuzu diğerleriyle devam ettirmemiz boşuna değil çünkü en temel görevimiz olan kendimize ulaşmayı sadece başkaları aracılığıyla yapabiliyoruz. Ötekine olan mecburiyetimiz, mahkumiyetimiz, ihtiyacımız genelin kabul ettiği gibi yetersizlik değil aksine kişiyi daha da güçlü kılan bir çeşit “dünyada olma” hali. Yeter ki karşımızdaki ile insan insana, onu da öncelikleyen hatta bazen sadece onu öncelikleyen bir bağ kurma cesareti gösterebilelim.
Peki bireysel özerklik nerede kaldı diye mi soruyorsunuz? Hemen söyleyeyim, ilişkililik ve yalnızlık kutupları arasında bir yerde. Evet bunlar bizim salınıp durduğumuz, diyalektik olarak kendimizi her seferinde değişen başka bir noktada konumlandırdığımız iki kutbumuzu oluşturuyor.
Bazen bir tarafa, bazen karşı tarafa yakınlık sergiliyoruz. Hatta bazen dışarıya yönelik güvensizliğimiz o kadar artıyor ki sadece duvarlarımızın arkasında kendimizi güvende hissedebiliyoruz.
Bir yandan sonsuz bir anlaşılma arzusu duyarken bir yandan karşımızdakinin kapsayıcılığında, her şeyi anlayan, kabul edeceğine dair inancımızdan… Bu kadar görülüyor, biliniyor olmaktan ürküyoruz çünkü içine çekildiğimizi, yutulacağımızı, yok olacağımızı hissedebiliyoruz. (Teşekkürler Laing: ) Ya da hissetmenin bile farkına varamadan, ne olduğunu anlamadan o kişiden, oradan, olabildiğince uzağa koş(tur)uyoruz… Kaçı(rı)yoruz…
Çocukluğumuzdan beri bildiğimiz en güvenli, en korunaklı yere, kendi içimize dönüyoruz… Ve bu dönme öylesine yoğunlukta oluyor ki, etimiz o kadar kalınlaşıyor ki, o duvarların içinde sadece kendi sesimizi duymaya başlıyoruz…
Bağırıyoruz yankısı geliyor… Umutla …
Bağırıyoruz … Yankıdan başka ses gelmiyor…
Sonra bir gün,bütün umutsuzluğumuzla duyulmayacağımızı kabul edip bağırmaktan vazgeçiyoruz… Ama işte insanın eti unutmuyor, önceden kaydettiği ne varsa bu sefer onu bağırmaya başlıyor…
Sen duymak istemeyip, kulaklarını kapatıyorsun ama o, hangi korkun varsa, önce fısıltıyla sonra daha yüksek sesle… Hepsini bir bir sana anlatıyor… Susmuyor... Tekrar ediyor, kulaklarını kapatsan da fayda etmiyor, çünkü beyninin, ruhunun içinden gelen o seste kulaklar hiçbir fonksiyon görmüyor… Seni oradan güvenebileceğin sadece bir çift göz çıkarabiliyor.
O yüzden demem odur ki… İlişki önemli,
Demem odur ki… Terapi, terapist önemli…
Terapide “insan olabilmek, insan kalabilmek” önemli…
Mekanik değil insanca bir terapi…
Parça değil bütünü görebilmek, bütünü bütünüyle kabul edebilmek…
Not : İnsanın kurtuluşu, samimiyetle orada duran bir çift gözde gizli.
Hem ölesiye görülmek isterken hem de görülmekten ölesiye korkuyoruz, bu da insanın dilemması…Ah yoksa şu koşup gelen canım cicim diyalektik mi😊
Notun notu: Kimse geceden sabaha psikoz olmuyor ve yaşadıkları “sağlıklı” addedilen yaşamlardan (anlamak isteyene) anlaşılamayacak kadar farklı değil, lütfen biraz daha samimiyetle önce kendi içimizdeki yalıtılmış ve korkan yanlara mercek tutalım, belki o zaman “psikoz, şizofreni” tanısı konulmuş insanları anlayabilir ve birlikte iyileşebilir, iyileştirebiliriz…
Lara UTKU İNCE